top of page

"Budala" Üzerine: Saflığın Trajedisi ve Dostoyevski'nin Sonsuz Sorusu

  • Yazarın fotoğrafı: Uğur Akyürek
    Uğur Akyürek
  • 5 gün önce
  • 2 dakikada okunur

Dostoyevski’nin Budala romanı, her defasında yüreğime başka bir ağırlıkla dokunan bir eser. İçindeki saflık, iyilik ve insan ruhunun derin yaraları, sanki çağlar boyunca hiç değişmeyen bir çığlık gibi yankılanıyor. Bu yazıda, Budala üzerinden hem Dostoyevski'nin dünyasına hem de insan doğasının karanlık kıvrımlarına bir yolculuk yapacağız.


Prens Mişkin: Saflık mı, Budalalık mı?

Prens Mişkin karakteri, edebiyat tarihinde bana göre eşine az rastlanır bir figürdür.

O, kötülükten nasibini almamış, yüreği çocuk saflığında kalabilmiş bir insan.

Ancak tam da bu yüzden, çevresindeki yozlaşmış toplum tarafından "budala" olarak etiketlenir. Mişkin'in saflığı, yüzeyde bir zaaf gibi görünse de aslında derinlerde bir başkaldırıdır; toplumun ikiyüzlülüğüne, çıkarcılığına ve kibrine karşı sessiz ama köklü bir isyandır. Dostoyevski adeta bize soruyor:

"Gerçek iyilik, bu kadar acımasız bir dünyada yaşayabilir mi?"

Ve cevabı kolay bir biçimde vermiyor. Aksine, bizi roman boyunca bu sorunun içinde acı tatlı bir yolculuğa çıkarıyor.


İyiliğin Bedeli: Yalnızlık ve Anlaşılmamak

Dostoyevski, Mişkin'in hikayesi üzerinden iyiliğin doğasını inceliyor. Mişkin, karşısındakilerin bencil tutkularını, küçük hesaplarını ve gizli utançlarını öyle bir berraklıkla aydınlatıyor ki, insanlar bu aynada gördükleri kendi çirkinliklerinden rahatsız oluyorlar. Ve çoğu zaman insan doğasının en acı gerçeğiyle karşılaşıyoruz: İnsan, kendisine aynayı tutanları sevmez.

Toplum, yüzeyde Mişkin'e hayranlık duyuyor gibi görünse de, içten içe ondan rahatsız oluyor, korkuyor. Çünkü Mişkin’in varlığı, onların ikiyüzlü yaşam biçimlerini sürdürebilmeleri için ihtiyaç duydukları yalanları paramparça ediyor. Bu yüzden de Prens Mişkin yalnızlaştırılıyor, alaya alınıyor, dışlanıyor. İyiliğin bedeli ağırdır: Anlaşılmamak, yalnız kalmak ve sonunda belki de yok olmak.


Dostoyevski'nin Bize Fısıldadığı Hakikat

Dostoyevski'nin kaleminde iyilik, zayıflık değildir. Ona göre gerçek iyilik, başkalarının takdiri için değil, "doğru olduğu için" vardır. İşte bu düşünce, Budala romanının ruhunu oluşturan temel yapı taşıdır. Mişkin’in trajedisi, onun dünyaya karşı güçsüzlüğünden değil, dünyanın onun saflığını taşıyamayacak kadar yozlaşmış olmasındandır.

Ve Dostoyevski bunu, içten içe bir meydan okumayla söyler:

"Evet, iyilik acı verir. Evet, iyilik yalnızlığa mahkum eder. Ama yine de iyilik, var olması gereken bir şeydir. Çünkü iyilik, insanın en saf varoluş biçimidir."

"Budala": Bir Ayna mı, Bir Uyarı mı?

Budala, sadece bir bireyin hikâyesi değildir. Aynı zamanda toplumun aynaya bakmaktan nasıl kaçtığının, nasıl kendi yalanlarında boğulduğunun hikâyesidir. Prens Mişkin bize şunu hatırlatır: Saflık, kayıtsızlıkla karıştırılmamalıdır. Gerçek saflık, insanın en derin hakikatleriyle yüzleşmeyi göze almasıdır.

Bu yüzden Budala, her okunuşta bizi yeniden silker. Bize insan olmanın, iyi olmanın, ama özellikle "temiz kalabilmenin" ne kadar zor bir yolculuk olduğunu hatırlatır.

Ve belki de en önemlisi, iyiliğin görünürde güçsüz, fakat özünde dönüştürücü bir güç olduğunu fısıldar.

...


Aky
Aky

Budala, bana hep şunu düşündürmüştür: İyiliğin varlığı, bu dünyanın acımasız gerçeklerine rağmen bir mucizedir. Dostoyevski’nin bu romanı, sadece bir hikâye anlatmakla kalmaz; her birimizin içindeki iyiliği, korkuyu ve cesareti sorgulatan bir sınavdır.

Ve bu sınavda, bazen kaybetmek, aslında ruhumuzu koruyarak kazanmak demektir.

Belki de Mişkin gibi "budala" olmayı göze alabilenler, dünyayı değiştirecek olanlardır.



 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
"Artık Kırılmayacak"

Bazen yollar, olması gerektiği gibi çatlar. Kimi zaman bir dost, bir kardeş, bir aşina... Bir gün bakarsın: İki kolu da sarılıdır, artık...

 
 
 

Kommentare


Get on the list /

Thanks for submitting!

@2023 by Ugur Akyurek

bottom of page