"1865’te, bir köy çocuğu olan Camille Saint-Saëns, Paris'teki piyano resitalinde sahneye çıktığında henüz 10 yaşındaydı. Gözleri kocaman, parmakları küçüktü ama tuşlara dokunduğunda salondaki herkes büyülenmişti. Çocuk bir deha olarak görülse de, Camille'in içinde yalnız bir çocukluk saklıydı. 'Dahi olmak yük müdür, yoksa ödül mü?' diye düşünürken, zamanla kendini yalnız bir yolculukta buldu.
Yıllar geçti, Saint-Saëns artık yetişkin bir besteciydi. Fakat o, zamanının kurallarını sorgulayan biriydi. En büyük çıkışını 'Danse Macabre' ile yaptı. Kemanın şeytani tınıları, dinleyenleri hem ürkütüyor hem de kendine çekiyordu. Bu eserle, yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgiyi notalarla çizmişti. Eleştirmenler, eseri fazla karanlık ve tuhaf buldu. Saint-Saëns ise bir gece aynaya bakarak kendi kendine mırıldandı: 'Sanat, insanın en derin korkularını anlatabilmeli. Onlarla yüzleşmeyen, yaşadığını nasıl hisseder?'
Ama onun en tartışmalı anı, 'Hayvanlar Karnavalı'nı yazdığı zamandı. Bu eser, eğlenceli bir şekilde müziğin ciddiyetini sorguluyordu. Fakat Saint-Saëns, bu eserini kendi yaşadığı dönemde yayımlamayı reddetti. Ona göre, dönemin entelektüel dünyası bu hafifliği anlamaya hazır değildi. 'Gülmek, bazen en ağır eleştiridir,' diye düşünüyordu.
Ölümünden sonra, 'Hayvanlar Karnavalı' yayımlandı ve insanlar bu eğlenceli ama derin eserde Saint-Saëns'ın zekasını ve müzikle oynama cesaretini gördü. Bu hikâye, bir sanatçının kendi kurallarıyla var olma mücadelesini anlattı. Saint-Saëns, hayattayken belki anlaşılamadı ama ölümünden sonra müziği, insanların ruhuna mizahla dokunmanın da bir sanat olduğunu öğretti."
Comments