Bir gün, kütüphanemin en kuytu köşesinde, yıllardır elimi sürmediğim eski bir kitabı fark ettim. Tozlu kapağını açarken parmaklarımda da bir ürperti; sanki unuttuğum bir dostun omzuna dokunur gibi. İlk sayfayı çevirdiğimde tanıdık cümleler çıktı karşıma, ama uzun zamandır aklımdan uçup gitmişlerdi. Her kelime, zamanın akışında silikleşmiş anılarımı, gözümden kaçan anları yeniden canlandırıyordu.
Sayfalar ilerledikçe, çocukluk düşlerim, heyecandan gözlerimi kamaştıran umutlarım ve yarım kalmış cesaretlerim gözümün önünde belirmeye başladı. Sanki o anılar, yıllarca beklemişler ve sonunda kendilerini hatırlatmak için canlanmışlardı. İçimden bir ses,
“Neden bu kadar kıymetli şeyleri gömdün?” diyordu, ama cevabını ben de bilmiyordum. Zamanla üzerini kapatmış, ilerlemeyi seçmiştim.
Sayfalar çevrildikçe kitap daha ağırlaştı, ellerim bile sanki o yükü taşıyamıyordu artık. Unuttuğum pişmanlıklar, kaçtığım sorular, içimde sakladığım küçük ve kırılgan mutluluklar, hepsi birer birer karşıma çıkıyordu. Kendi içimde, geçmişle bir hesaplaşmaya oturmuş gibiydim. Ama derinlerde bir yerlerde, her bir kelimenin aslında beni tamamladığını fark ettim. Bu kitabı bitirmek, kendimi, tüm eksikliklerimle, hatalarımla ve kırılganlıklarımla kabullenmek demekti.
Son sayfayı çevirdiğimde, derin bir nefes aldım. O kitap, hayatımın aynasıydı. Sayfalardaki izler, geçmişin gölgesinde kalmak yerine bugüne ulaşmamı sağlamıştı. Her bir cümleyi, her bir anıyı içime çekip kabullenirken hayatın aslında bir “hesaplaşma” değil, bir “barışma” süreci olduğunu anladım.
Kitabı yerine geri koyarken, artık onun bana bir yük olmadığını, aksine içimdeki huzura açılan bir kapı olduğunu biliyordum.
Aky ... Denemeler
Comments