"Korku, bizim yarattığımız bir gölgedir. O gölge, geçmişin karanlığından beslenir ve geleceğin belirsizliğine doğru büyür. Ama bir düşün: Korku gerçekten nedir? Var mıdır yoksa yalnızca zihinlerimizin bir oyunundan mı ibarettir?"
Krishnamurti der ki: "Korku, düşüncenin zamanla birleşiminden doğar. Düşünce, geçmişte yaşanmış olan bir acıyı hatırlar ve gelecekte bu acının tekrar edeceğinden korkar." İşte bu döngü, bizi kendi zihnimizin hapishanesine kapatır.
Peki korkuyu sona erdirmek mümkün mü? Bunun için önce ona doğrudan bakmamız gerekir. Ondan kaçmadan, onu bastırmadan, onunla yüzleşerek. Çünkü korkuyu tanımadan, onun doğasını anlamadan özgürlük mümkün değildir. Korku ile aramıza koyduğumuz mesafe, onun gücünü artırır.
Korku, hem fiziksel hem de psikolojik olabilir. Fiziksel korkular; hayatta kalma içgüdümüzden gelir. Ancak psikolojik korkular, geçmişteki acıların ve gelecekteki belirsizliklerin bir yansımasıdır. Krishnamurti, bu tür korkuları anlamanın, insanın kendi varlığını anlamasından geçtiğini söyler:
"Bir şeyi gözlemlemek için hiçbir önyargı taşımadan, sadece gözlemlemelisin. Korkuya baktığında, ona isim verdiğinde, onun hakkında bir hikaye oluşturduğunda, artık ona gerçekten bakmıyorsun demektir. Onu analiz ediyor, yargılıyor ve bir kenara itiyorsun. Ama korkuya kelime eklemeden, onu olduğu gibi gördüğünde, işte o zaman korkunun özüyle yüzleşirsin."
Peki, bir an için düşün: Eğer korkunun olmadığı bir dünya mümkün olsaydı, nasıl bir hayat yaşardık? Sevgi, korkunun olmadığı yerde filizlenir. Özgürlük, korkunun olmadığı yerde nefes alır. Ve biz, korkusuz bir yaşamda, nihayet tam anlamıyla insan olabiliriz.
Krishnamurti’nin dediği gibi, "Korkunun bittiği yerde, gerçek özgürlük başlar."
Comments