Bir insanın en özgür olduğu an, belki de en çok kaybolduğu zamandır. Dünya öyle bir hal alır ki her şey aşina bir yabancılık içinde kaybolur. Alıştığın sokaklar, bildiğin şehirler, yüzlerini tanıdığın insanlar... Hepsi, sanki bilmediğin bir dilde konuşmaya başlar. Kendi kimliğinin, hayallerinin, düşüncelerinin ince çizgilerle yerle bir olduğu anlar… O an, kim olduğunu, nereye ait olduğunu, aslında hiç tanımadığın birinden dinliyormuş gibi hissedersin.
İnsan bazen tüm yollardan sapar, kendini bulduğunu sandığı limanlarda yabancılaşır. Kaybolur; ama işte o kayboluş, bilmediğimiz bir özgürlüğün ilk adımı olur. Öylesine serbesttir ki insan, geride bıraktığı her şeye karşı duyduğu bağın ağırlığını sırtından atar. Kimlikleri, isimleri, tanımları birer birer unuturken, içindeki çocuk aniden uyanır, sessizliğin içinde bile fısıldar: "Kimdin sen? Ne olmayı istemiştin?"
Kendini yitirmek korkutucu gelir çoğu insana. Oysa, belki de insanın en saf halinde olduğu zaman, tam da bu “yitirilme” anıdır. Beklentilerin, sana yüklenmiş kalıpların, başkalarının seni tanımladığı tüm o sınırlamaların ortadan kalktığı yerde, sadece sen kalırsın; neyin peşinde olduğunu bilmeyen, nerede olmak istediğini arayan bir varlık olarak. Kayboluş, insana yeni anlamlar, yeni haritalar sunar. Kendini tanımlamayı bırakır, sadece var olmanın o tuhaf hafifliğini kucaklarsın.
Düşünsene, tüm etiketlerinden sıyrıldığın o an, kimin sözü, hangi başarı, hangi sınır gerçekten senin olacak? Özgürlük, belki de en çok, kim olduğunu bilmediğin zamanlarda seni bulur. Her şeyin başa dönmesidir bu, boş bir tuvalin önünde durmak gibidir: Bütün renklere yeniden dokunmak, her anını yeniden boyamak.
Ve işte, o anlarda kayboluşun verdiği tuhaf bir huzurla dolarsın. Artık kim olduğunu değil, sadece olduğun anı yaşarsın. Zihnindeki kalabalık dağılır; sessizlik, içindeki derin boşluğu yavaş yavaş doldurur. Çünkü kaybolmak, insanın kendine dair tüm yüklerden sıyrılıp en yalın haliyle var olmasıdır. Artık ne başarılara, ne tanınmaya, ne de övgülere ihtiyacın vardır.
Belki de en sonunda, insanın bu dünyadaki varlığına dair tek gerçeklik, tam olarak budur: Kendini kaybedip bulduğun, her gün yeniden başlayan bir yolculuk. Her şeyin anlamını yitirdiği, her sınırın bulanıklaştığı o kayboluşun ortasında bulur insan kendini. Ve belki de farkına varmamız gereken tek şey budur: Bütün yolların, bütün kayboluşların sonu, en sonunda bizi kendi sessiz varlığımıza geri getirmektedir.
O zaman, kendini yitirdiğin anlardan korkma. Çünkü belki de, bir insanın gerçekten var olabildiği an, tam da kim olduğunu unuttuğu andır.
Comments