Her gün yeni bir masal anlatıyoruz çocuklara. İyilerin kazandığı, kötülüğün cezasını bulduğu hikayeler... Ancak, gerçek hayatın onlara farklı şeyler fısıldadığını görüyorlar. En basitinden, haksızlıkların kanıksandığı sokaklarda, başkalarının hakkını gasbedenlerin el üstünde tutulduğu ortamlarda büyüyorlar. Ve sonra biz, tüm bu çelişkiye rağmen “adil ol, doğru ol” demekten geri durmuyoruz.
Kötülerin kaybetmediği bir ülkede, çocuklar akıl karışıklığı yaşar. Çünkü hikayelerle öğrettiklerimizle, etraflarında gördükleri arasında uçurumlar oluşur. Onları bir kalıba—“iyilik her zaman kazanır”—sokmaya çalışırken, gerçekte kötülüğün ödüllendirilmesini izliyorlar. Bu çelişki, çocukların ahlaki pusulasını şaşırtır. Hangisi doğru, hangisi gerçektir?
Bu durumda ahlak, sadece sözde kalır; çünkü çocuklar “kahramanların” bile sistemle uyumlu olması gerektiğini sezerek, menfaatlerin öne çıktığı bir dünya algısıyla büyür. İyi olan, sessiz kalmak zorunda kalıyorsa, kötü olan da rahatça yol alıyorsa, hangi masal cümlesi bu gerçeği örtebilir?
Oysa masalların amacı, çocukların yüreğinde iyiliğin tohumlarını filizlendirmektir. Ama dışarıdaki dünyada bu tohumlar filizlenecek yer bulamazsa, çürümenin başlaması kaçınılmazdır. Bütün bir toplum, sözle öğretilen ahlakı, eylemle doğrulamalıdır. Aksi halde, “kötülerin kaybetmediği” gerçeği, hayal dünyasında kaldığını sandığımız korkuları gerçeğe dönüştürür.
Bu yüzden, çocuklara gerçek bir ahlak sunmak istiyorsak, kötülüğün kaybettiği, iyiliğin ödüllendirildiği bir düzen kurmak zorundayız. İnandığımız değerleri yaşamadığımız sürece, hangi masalı anlatırsak anlatalım, çocuklar zihinlerindeki soruları sessizce büyütecek. Ve en nihayetinde, “kötülerin kaybetmediği” o dünyada, ahlak sadece ders kitaplarının tozlu sayfalarında kalacak.

Комментарии