Bir gün, iki nehir karşılaşmış. Biri berrak ve sakin akarken, diğeri bulanık ve hırçınmış.
Berrak nehir, hırçın olana sormuş:
“Neden bu kadar öfkelisin?”
Hırçın nehir, derin bir kükreme ile cevap vermiş:
“Çünkü yolumda taşlar var. Beni kirleten eller, beni yönlendiren duvarlar var.
O yüzden hızla akmalıyım, kendimi savunmalıyım.”
Berrak nehir, gülümsemiş ve suyun yüzeyinde bir ışık dalgası oluşturmuş.
“Benim de yolumda taşlar var,” demiş. “Ama ben onların üzerinden akmayı seçtim.
Onlara çarpıp kendimi tüketmek yerine, yollarını bulmalarına izin verdim.”
Hırçın nehir, bir an duraksamış. Öfkesi bir an için yatışmış, kendi suyunda yansımasını görmüş. O yansımada, akıp giden zamanın izlerini fark etmiş, az biraz da pişmanlığın verdiği aydınlanmayı...

O günden sonra, hırçın nehir biraz daha sakin akmaya başlamış.
Kirleri taşımak yerine, kendi içindeki berraklığı korumaya çalışmış.
Fark etmiş ki, suyu kirleten şey, içine karışan çamur değil, o çamuru içinde tutma ısrarıymış.
İyilik de böyledir işte.
Dünya, bulanık akan nehirlerle doludur. Çoğu, iyiliğin sessizliği içinde kaybolduğunu zanneder. Oysa iyilik, çarpışarak değil, yolunu bularak var olur.
Bir taşın üstünden akarken, bir çiçeğe su olurken, bir denizi beslerken...
Sessizce ama kalıcı bir iz bırakarak.
Çünkü en büyük iyilik, kendini ispat etmeye çalışan değil, varoluşuyla değişim yaratandır.
Akyürek
Comments