
Bir sokak vardı. Kaldırımları çatlamış, eski binaların gölgesinde kaybolmuş bir sokak. Güneşin ilk ışıkları, yere saçılmış cam kırıklarına vuruyordu. Kimse dönüp bakmıyordu o kırıklara. Sanki bu sokak, hayatın unuttuğu bir yer gibiydi.
Durağın köşesinde, bir adam ayakta bekliyordu. Elinde eski bir bavul, yıpranmış pardösüsüyle sokağın rüzgarını dinliyordu. Onu ilk fark ettiğimde, yüzündeki derin çizgiler dikkatimi çekti. Gözleri, sanki çok uzun zamandır bir şey arıyordu. Ama ne olduğunu bilmiyordu.
Yanına yaklaştım. Konuşmak istemiyordum aslında. Ama sanki o, söylemek istediği bir şey için bekliyordu.
“Buraya ne zaman geldiniz?” diye sordum. Kendiliğinden çıkmış bir soruydu, düşünmeden. “Yıllar önce,” dedi. “Ama her zaman burada değildim. Yollar beni buraya getirdi.”
Ardından sustu. Rüzgar, yere saçılmış cam kırıklarını hafifçe oynatıyordu. Adamın baktığı yeri takip ettim. Sokak lambasının dibinde eski bir kutu duruyordu. Üzerinde yazılar vardı, ama silinmiş, okunmuyordu.
“Ne vardı o kutunun içinde?” diye sordum. “Hatıralar,” dedi. “Bazıları güzel, bazıları acı. Ama her biri benim. Şimdi hepsi kırık dökük oldu. Tıpkı o camlar gibi.”
Daha fazlasını anlatmasını bekledim, ama konuşmadı. Bavulunu sıkıca tuttu ve sokağın ucuna doğru yürümeye başladı. Birkaç adım attıktan sonra durdu, geriye baktı.
“Hatırlamak güzeldir,” dedi. “Ama unutmak bazen daha büyük bir lütuftur.”
Arkasını dönüp gitti. Ben orada kaldım. Cam kırıklarına, eski kutuya ve bu sokakta yaşanmış ama unutulmuş hikayelere baktım. Hayat, bazen böyleydi. Kırık camların arasında parlayan bir güneş ışığı kadar basit ve karmaşık.
Sokaktan ayrıldığımda, yere saçılmış camlardan bir tanesini aldım. Cebime koydum.
Belki de hatırlamak için. Ya da unutmayı öğrenmek için.
Comments