
Bir sokak vardı. Dar, loş ve zamanın ağırlığını taşıyan taşlarla döşeli. Sokağın sonunda bir kapı duruyordu. Yıllar içinde rengi solmuş, menteşeleri paslanmış, ama hâlâ ayakta. Bir sır gibi.
Kapıya yaklaştım. Yavaşça elimi uzattım, yüzeyine dokundum. Soğuktu, ama altında bir sıcaklık hissediliyordu; sanki bu kapı, ardında yılların hikayelerini saklıyordu. Göz hizasında bir kazıma dikkatimi çekti. Harfler titrek ve derindi:
"Bir adım daha... Ama bu sefer geri dönmeden."
Kapının hemen altında bir not iliştirilmişti. Rüzgarla oynayan, yarısı yırtılmış bir kâğıt parçası:
"Giden herkes, bir şey bıraktı. Ama hiçbir şey tam anlamıyla gitmedi."
Çevreme baktım. Sokağın sessizliği içime işliyordu. Taşların arasında sıkışmış düşler mi vardı, yoksa burada geçen hayatların yankısı mıydı bu? Duvarlardaki eski posterler, çoktan unutulmuş bir tiyatro oyununu duyuruyordu. Yırtık bir afişin arkasında, birinin kalemle yazdığı şu cümle belirdi:
"Burada, kim olduğumu buldum."
Sokağın ucundaki kapıya geri döndüm. Bir an düşündüm: Bu kapıyı açarsam neyle karşılaşırım? Belki başka bir hayat, belki de sadece boşluk. Ama asıl mesele bu değildi. Mesele, o kapıya dokunma cesaretini gösterip göstermemekteydi.
Elimi kapının tokmağına koydum. Hafifçe döndürdüm, ama açmadım. O an fark ettim ki, kapı sadece bir nesne değil, aynı zamanda bir ayna gibiydi. Kendi korkularımı, umutlarımı ve geçmişimi yansıtıyordu.
Bir adım geri çekildim. Kapıyı açmadım, ama onunla yüzleştim. Sokağın taşlarına son bir kez baktım, duvarların fısıldadığı sessiz hikayeleri dinledim. Ve oradan ayrıldım.
Ama bu sefer bir iz bırakmadan değil. Bir anıyla, bir düşünceyle ve bir adımlık mesafeyle ayrıldım.
Comments